Blog

BAL'dan 40. Mezuniyet Yılında Dün, Bugün ve Yarın'a Bir Sesleniş

  • 29 Temmuz 2022
BAL'dan 40. Mezuniyet Yılında Dün, Bugün ve Yarın'a Bir Sesleniş

Özgür Sivri ‘82

Ben yatılı okudum, son sınıfın ikinci sömestrine kadar. BAL’a girdiğim ilk günlerde yatılı olmak ne demek bir fikrim yok. Değişik bir dünyaya adım attığımı biliyorum da, nasıl bir gelecek var önümde kestiremiyorum. Okulda yalnız başıma kalacağım ilk gün yıkılan yemekhanenin önünde annem ile vedalaştım, babam maalesef görevi nedeni ile beni o gün okula bırakamamıştı. Anneme sarıldım, mis gibi anne kokusunu bir 3-4 ay bir daha içime çekemeyeceğimi bilerek yemekhaneye yöneldim. İlk yemeğim hala dün gibi aklımda. Çorba, kıymalı patates ve elma. Bir masa abimiz vardı. Yanlış hatırlamıyorsam 8 kişi tahta taburelerde dikdörtgen bir masanın etrafında oturuyorduk. Herkesin masası belliydi ilk yıllarda. Masalarda karavanalarda yemekler hazır bekler, masa abilerimiz bize servis yapar ya da kendimiz alırdık yemeklerimizi. O zamanlar yatılılar haftalık, 15 günlük ve aylık olarak evlerine gidiyorlardı. Bir de çok uzaktan gelen ve daimi olarak yatılı kalanlar vardı. Ben her hafta sonu halama gidiyor, bir nebze de olsa ev hasretini bastırabiliyordum. Sabah 7:00’de kalkar, saat 7:30’da sabah etüdüne gider. Yarım saatlik sabah etüdünden sonra adına “kara zeytin koşusu” denilen koşuya başlar ve sabah kahvaltısını yapmak için yemekhaneden içeri girerdik. Hızlı koşan en büyük ekmek dilimimi, en büyük yağ ve peynir dilimini alırdı. Bazı durumlarda masa abilerimiz müdahale eder ve tayının adil olarak dağıtılmasını sağlardı. Sonra 8 ders saatlik maraton başlardı. 16:30’da dersler biter, bir buçuk saatlik serbest zaman başlardı. O zamanlar okulda tahminen 200 - 300 kişi kadar yatılı öğrenci vardı. Genelde basketbol voleybol sahalarında vakit geçirir, bazen okul kütüphanesine gider, bazen de ertesi günkü sınavlarımıza çalışırdık. Liseye geçinde biraz cesaretlendik. Bornova’ya kaçıp 18:45’teki etüde yetişecek şekilde orada vakit geçirir olduk. BAL mezunu bir yazar olan Mehmet EROĞLU’nun bir röportajında anlattığı, daha sonra da 9,75 Santimetrekare kitabında yazdığı o meşhur Büyük Park, o yıllarda bizlerinde ilgi alanındaydı.

Şimdi gelelim esas konuya. Ben BAL’82 ailesinin en başarılı, en zeki, en çalışkan, en iyi huylu üyesi değilim. Ben SİVRİ’yim. Çünkü lakabım Sivri. Lakabım gibi sivri bir adamım. Birçok lise arkadaşım bana hala daha Sivri diye hitap eder. Bu kürsüden sizleri öğrencilikten mezunlar arasına doğru uğurlar iken, inanın bu konuşmayı benim yerime yapabilecek çok değerli arkadaşlarım var. O halde neden buradayım, anlatmaya çalışacağım. 2021 yılının 9 Mart günü Covid’e bağlı sebepler ile yoğun bakıma yatırıldım. Çok değil birkaç saat sonra beni entübe ettiler. Daha doğrusu etmişler. Çok hatırlamıyorum. Yeniden bilincimi kazanmaya başladığımda kendimi bir anda Luc Besson’un fütüristik bir filminde zannettim. Durmadan çeşitli renklerde yanan sönen ışıklar, sürekli çalan farklı şiddet ve tonlardaki alarmlar. Durmadan beni hareket ettiren eller vs. Kendime geldikçe farkına vardım ki, yoğun bakımdayım. Odaya gelen bir görevliye bir şeyler sormak istedim ancak entübe edildiğim için konuşamadığımı fark ettim. Beş altı gün daha geçti. Biraz daha iyileştim. Ancak hala daha solunum desteğine bağlıydım. Çeşitli sebepler ile beni başka bir yoğun bakım ünitesine nakledeceklerini söylediler. Diğer yoğun bakım ünitesine naklederlerken görebildiğim tek şey akıp giden tavan ve tavandaki ışıklardı. Her tarafımdan hortumlar, makinalar sarkıyor. Portatif oksijen makinası bacaklarımın arasında, bir uzman doktor, bir hemşire ve 2 paramedik sedyeme eşlik ediyorlardı. Hala daha durumu ağır bir hastaydım anlayacağınız. Girilmesi yasak olan yoğun bakım kapısına doğru ilerler iken dışarı çıkmadan hemen önce aklıma şairin dizeleri geldi. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak, bu kadar geniş bu kadar mavi olduğuna şaşarak kımıldamadan durdum. Kapıdan çıktığım anda bir baş sedyeme doğru eğildi. Gözlüklerim olmadığı için hemen tanıyamadım. “Özgür” diyen içten o ses beni kendime getirdi. Sevgili eşim kapının önünde 3-4 dakika sürecek yolculuğumda beni görebilmek, bana eşlik edebilmek için gelmişti. Ellerine sımsıkı sarıldım, öptüm, kokladım. Gözlerimle kendisine teşekkür ettim. O kısa beş dakika içinde yaklaşık bir ay süren yoğun bakım sürecini bana özetledi. Sonra “Özgür” dedi; “biliyor musun seni BAL’82 yaşattı.” Bilmiyordum ama tahmin ediyordum. Biz ya 167 kişi ya da 168 kişi mezun olduk 1982 yılında. Sınıflarımız her sene harmanlandığı için bir çok BALl’82’li ile yedi yıl içinde aynı sınıfta bir ya da bir kaç sene okuma fırsatım oldu. O nedenle hepimiz birbirimizle arkadaş olduk, kardeş olduk. Mezuniyetten sonra da ilişkimiz kopmadı. Çocuklarımızın sünnetinde de birlikteydik, mezuniyetlerinde de. Nişan merasimleri, nikahlar, düğünler ve yavaş yavaş ailemize katılmaya başlayan torunlarımızla hep birlikteydik. Az önce bahsettiğim bazıları sonsuzluğa uçan sevgili öğretmenlerimizin özenerek hazırladığı çimento ile birbirimize sımsıkı bağlanmıştık. Bizler tuğla, öğretmenlerimiz çimento, Atatürk İlkeleri, Cumhuriyet ve Cumhuriyet Kazanımları da çatımız. Bu konuşmaya gönüllü oldum çünkü ben Bornova Anadolu Lisesi’nin yarattığı sinerji ile bu hayata tutundum. BAL kardeşliğinin, BAL ruhunun güzel bir örneğiyim. Bunu buradan sizlere iletmek istedim. Direkt olarak cümlelerimle elimden geldiği kadar bu hikayenin içerisine sizleri de çekerek. Bazı arkadaşlarımı burada özellikle anmak istiyorum. Prof. Dr. Gökhan KESER. Sevgili Gökhan’ın başını kaşıyacak vakti yoktur, tanıyanlar bilir. Tüm yoğun bakım sürecimi çok yakından takip etmiş. Gerekli gördüğü zamanlarda tedavime katkıda bulunmuş. Whatsapp gruplarında benim durumum ile ilgili bilgiler paylaşmış. O an için dünyada kabul edilen en son tedaviler uygulanmış bana Gökhan sayesinde. Ben yoğun bakımda yaşam savaşı verirken o da beni yaşatma savaşı veriyormuş. Bir diğer arkadaşım Op. Dr. Taner ORUĞ. Yakın arkadaşı olan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Yanık Yoğun Bakım sorumlusu Prof. Dr. İlkin ÇANKAYALI’nın ensesinde boza pişirdiğini öğrendim sonradan. Yoğun bakım zordur, yıpratıcıdır, psikolojinizi alt üst eder. Sadece içeride yatan hastayı değil, aynı zamanda hasta yakınlarını da yıpratır. Yoğun bakıma çıplak girersiniz, çıplak çıkarsınız. Yanınıza hiçbir şey alamazsınız. Su haricinde dışarıdan hiçbir şey sokamazsınız. Yakınlarınıza günün belli saatinde bir kere telefonla haber verilir. Birçok sorunuz yanıtsız kalır. Ama Taner ORUĞ sizin arkadaşınızsa öyle değil. Bana, yoğun bakıma kitaplar, dergiler getirdiler. Gözlüklerim geldi. Gelenleri okumaya çalıştım. Çok seviyorum diye, çağla badem geldi erik geldi çeşit çeşit içecekler geldi. İki defa eşim özel izinle beni ziyaret etti. Bunu pandemi sırasında bir yoğun bakım çalışanına söyleseniz size gülerdi muhtemelen. Bu arkadaşlarım ve daha nicesi ailemden hemen hemen herkesi durumdan haberdar ettiler. Bu okula da çok katkısı olan Sevgili Nedim EKMEKÇİLER’i de anmadan geçemeyeceğim. Sevgili Nedim her gün, ama her gün, eşimi aramış. Tüm BAL gruplarında üşenmeden her gün durumumla ilgili paylaşımlar yapmış. İşte özetlemeye çalıştığım bu sinerji, BAL sinerjisi, BAL kardeşliği beni hayatta tuttu, bir yaşama hakkı daha verdi. 40 yıl önce çok genç, çok heyecanlı ve tecrübesizdim. Karşıma çıkan her fırsata büyük bir merakla yaklaşıp bazen aynı hızla uzaklaştım. Genç olmak paha biçilemez bir şey. Gençliğin tadını çıkarırken karşınıza çıkan her fırsatı değerlendirin, bu sizlere ilk önerim. İnsanı hayatta ve ayakta tutan adaptasyon yeteneğidir, bunu geliştirirseniz her koşulda yaşayabilirsiniz. Bu da ikinci önerimdi. Üçüncü önerim de, dünya adaletsiz bir yer; Dünyayı değiştirme heyecanı ile sizinle aynı sıralarda oturduğum yıllarda, kimse bana bunun mümkün olmadığını söylememişti. Hiçbirimiz yapamadık, bu yüzden son olarak da kendi dünyanızı değiştirmenizi öneriyorum. Mücadeleyi bırakmadan, kendi istek ve doğrularınızın peşinden gidin ama dengeyi kurmayı ve korumayı da bilin. Biraz romantik bir adamımdır ben. İyiliğe ve güzelliğe inanırım. İyiliğin ve güzelliğin dünyayı kurtarıp kurtaramayacağını 58 yıllık yaşantımda öğrenemedim ama kişinin bireysel kurtuluşu olduğuna eminim. Şu anda hayatınızın yeni bir safhasına doğru yelken açmakta olan siz değerli genç mezunlarımız şuna inanın ki hiç ummadığınız bir anda, ihtiyacınız olduğunda belki bir yoğun bakım yatağında, belki kariyerinizin önemli bir adımında BAL ailesi sizlerin de yanında olacaktır. Sadece yakın dönemleriniz değil, 40 yıl önce bu sıraları terk etmiş olan bizler de yanınızda olacağız. Aramıza hoş geldiniz Bal’22’liler.

Saygılarımla…