Blog

Az İdik Biz İdik...

  • 15 Nisan 2022
Az İdik Biz İdik...

Ayda Onan Özeren’89

Tek derdim BAL’a girmekti. Gri etek lacivert ceketlerle BAL kızları pek bir havalıydı. Sonunda önlükten ve beyaz yakadan kurtulacaktım. Koleje giden bir genç kız olacaktım. Türkiye’nin en bilinen en prestijli o zamanlar büyüklüğünün farkında olmadığım buzdağı misali camiaya katılacaktım.

BALlı olacaktım.

Kazandığım gün hayatımın en mutlu günlerinden biriydi. Eylül’ün gelmesini bu kadar sabırsızlıkla beklediğim başka bir yaz olmamıştı. Gri eteğim ve lacivert ceketime kavuşmaya sadece haftalar kalmıştı ki yönetmelik değişti. Anadolu Liselerinde ortaöğretimde okuyan kız öğrencilerine önlük zorunluluğu getirildi.

Benim için tam bir kâbustu bu, hala anlayamadığım gerekliliğini asla kavrayamadığım mantığını hiç algılayamadığım değişiklik. Biz genç kızlığa formalarla adım atacağımızı sandığımız anda simsiyah önlüklere büründük bir kez daha. Üstelik bu sefer çocuk vücutlarımızı geride bırakmıştık. Kadın kıvrımlarımıza hafiften ulaşmış ergen halimizle kolejli olmaya özlem duyan okulun en minikleri olarak siyah önlük beyaz yakalarla katılmış olduk camiaya. En uzun süre önlük giyen nesil olarak da tarihe geçtik. İlkokulla beraber tam 9 sene…

Bir genç kız travması olabilirdi belki de BALlı olmasaydım. Hayatımın en güzel dönemini bir önlüğe takıp berbat edemeyecek kadar Ballıydım işte.

Hayatın akışına hem meydan okuyabilen hem de her değişime ayak uydurabilen her BALLI gibiydim.

Mücadele edip, başarıya koşan, rekabeti dozunda dostluğu zirvede yaşayan, koruyan, kollayan…

Dürüstlüğü, ilkeli olmayı, haylazlıkla çalışkanlığın bıçak sırtı dengesini, kadın erkek eşit olabilmeyi, özgüveni, oyunu, sporu, sevmeyi, âşık olmayı, hayallere dalmayı, yardım etmeyi, susmayı, tezahürat etmeyi BAL’da öğrendim ben. Hem aydınlık İzmir’in genci hem Anadolu çocuğuyduk. Sözümüzün eri, Mustafa Kemal’in askeri, yeniliklerin takipçisi, mezunlarımızın izindeydik.

Bal’da okuyup aynı binada 7 yılını geçiren de bizim dönem oldu. Barakalara geçmek için yanıp tutuştuk yedi yıl boyunca ancak o zamanların en kalabalık dönemi olduğumuzdan mı bilinmez bizi hep G Blok’ta tuttular. Eskiden banyo olan duvarları fayans kaplı, tabanında su giderleri olan sınıfa çevrilmiş mekânlar bizi hiç üzmedi, hocalarımızın sık sık değişmesine de pek aldırmadık. Müzik odaların kapalı olmasına, yemekhanenin uzak olmasına, yabancı dil laboratuvarların kilitli olmasına da hiç takılmadık.

Önemli olan BALlı olmaktı. Bahçesi, korusu, arka taraftaki boş havuzu ve kamelyasıyla bizimdi her köşesi.

Ağaçlıklı yolumuz tek şeritti son senemize kadar. Yarısı topraktı ve yağmur yağdığında otobüsler hep çamura saplanırdı. O çamurlu yollarda okula epey yürümek zorunda kalır sırılsıklam okula varırdık. İç çamaşırlarımıza kadar ıslanmış ve paçalarımız çamur içinde olsa da okula güle oynaya girerdik ilk dersi kaynatabildik diye.

Biz kötü koşullarda olsak bile anın tadını sonuna kadar çıkaranlardandık çünkü BALlı’ydık.

BALlı olmak çok yönlü olmaktı. Her çarşamba öğleden sonraları kulüp çalışmaları için dağılırdık. Müzik, tiyatro, spor ve folklor en popüler kulüp çalışmalarıydı o zamanlar. Voleybol ve basketbol takımlarımız efsaneydi. Futbolda da erkekler çok iddialıydı. Ben kız voleybol takımındaydım. Erkek maçlarının öncesinde olurdu bizim maçlar hele ki Atatürk Lisesi, Saint Joseph veya Tevfik Fikret lisesi maçları varsa salon tıklım tıklım olur, iğne atsan yere düşmezdi. Hep en iyilerden olmak hedefimizdi. Azla yetinmezdik. Ünal hocam, Ali hocam, Gülcihan hocam ve Serap hocam sporu sevdirdikleri kadar antrenmanlarda bezdirirlerdi. Yapana kadar vazgeçmemeyi onlardan öğrendik biz.

BALlı olmak hafif kafa tutmaktı, haddini bilerek. Kız erkek fark etmez kulağımız çekilirdi, ceza konusunda pozitif ayrımcılık olmazdı hiç. Tek ayak üzerinde de çok durduk, bahçede mıntıka temizliği de çok yaptık. Hiç kaytarmadık cezadan. Hak ettiysek sonuna kadar helalleşirdik. Kız erkek abi kardeş el ele vermeyi, iyi günde kötü günde omuz omuza olmayı, Bal Ruhunu yaşadık biz tam 7 koca yıl.

İşin en garibi şu aslında: Okulda geçirdiğin süre sadece 7 YIL. Sadece 1750 gün.

Çocukluktan gençliğe uzanan o bin yedi yüz elli günde edindiğin tüm dostlukları bir ömür sürdürmek bir mucize değil mi? Bal ruhunun yedi yıl değil yetmiş yılı aşabilecek güçte olması mucize değil mi?

Bu mucizelerin üzerine hiç tanımadığın, karşılaşmadığın senden büyüklerle veya senden küçüklerle sanki yıllardır birlikteymişçesine “vay BALlı’sın ha…” deyip muhabbete dalmaya ne demeli?

Ve yıllar sonra okuluna tekrar adım attığında daha dünmüşçesine tüm anılarını tazelemen…Ayran Günü’yle her nesilden her yaştan BALLI ile muhteşem bir birliktelik yaşaman…

BALlı’larla hep gençliğinde kalabilmen, hep genç hissedebilmen mucize değil mi?

Az idik evet ama o kadar çok olduk ki sonradan. BİZ olmayı başarabilen yegâne camialardan biri olduk. BALlı‘yız biz işte, gerçekten çok BALLIYIZ…