Blog

Biz Hiç Mezun Olmadık

  • 22 Nisan 2022
Biz Hiç Mezun Olmadık

Serkan Esen'96

1992 yılının Eylül ayı bambaşba bir başlangıç oldu benim adıma. Babamın memuriyeti nedeni orta öğrenimime başladığım Sivas'tan nakil olarak İzmir Bornova Anadolu Lisesi'ne gelmiştim.

O büyük demir bahçe kapısından ilk girişte içimde heyecandan daha çok endişe ve merak vardı. Bütün arkadaşlarımı bırakmış bambaşka bir şehre gelmiştim. Şimdi ise burada ne yapacaktım, kimlerle arkadaşlık yapacaktım, anlaşabilecek miydim diye merak içersindeydim. Bir de bunların üstüne, yetmezmiş gibi okulun bahçesinde yürürken bütün meraklı gözler beni izliyordu. Ya da ben öyle zannediyordum...

Bahçe kapısından sınıf kapısına kadar giden ve bir asır geçmiş gibi hissettiğim yol bitmiş ve yeni sınıfımın kapısından içeri girmiştim. İşte o anda değişmişti bütün düşüncelerim. Gerçekten öyle miydi bilmiyorum ama yeni sınıf arkadaşlarım gözleri ile bana hoş geldin diyorlardı sanki. Benim taşıdığım endişeden ise hiç eser yoktu o gözlerde.

İşte böyle başladı BAL'lı yıllar. Bu başlangıç hayatımın en güzel başlangıcıydı ama sonraki yıllarda çok büyük bir hüzne sebep olmuştur yüreğimde. Çünkü tüm arkadaşlarımın yedi sene yaşadığı BAL'ı ben sadece dört sene yaşamıştım ve hayatımın başka hiç bir aşamasında kendimi bu derecede şanssız hissetmemişimdir. Kayıp olarak hissettiğim koskoca üç yıl oldu benim için. Ne de olsa BAL'da eksik kalan üç yıl gerçek hayatta otuz yıla bedeldi. İşte bu kadar paha biçilmezdi BAL'lı olmanın her bir anı.

Dolu dolu dört yılda neler yaşamadım ki; ürkek ürkek oturarak başladığım yolculukta bir de baktım ki yanımdaki arkadaşlarımın bir çoğu kardeşim olmaya başlamış yavaş yavaş. Ergenliğin de getirdiği asilik ve kanımızın damarlarımızı patlatacak kadar kaynıyor olması nedeni ile her sabah erkenden uyanır ve okula gelmek için can atardık. İşte ben bu nedenle bu sihirli dört BAL'lı yıl boyunca bir gün bile anneme "Lütfen beş dakika daha uyuyayım" demedim. Her sabah yepyeni bir heyecanla ve koşarak geldim ve büyük bir keyifle girdim o kapıdan içeri. Bazen otostopla bazen de servisle geldiğim ve ağaçlı yolun bitip okulun şu anda kullanılmayan büyük demir kapısından girerken harikalar diyarına giriyor gibiydim. Belki de o yüzden dersleri ektiğimizde bile kopamıyor ve korulukta geçiriyorduk zamanımızı.

Orta okulun bitmesi ve lise döneminin başlaması ile beraber de masum su savaşları ve koruluk gezmeleri yerini önce Bornova Küçükpark'ın kafe ve ateri salonlarına sonra da lisenin basketbol maçlarına bıraktı. Basket takımının maçları için Atatürk Kapalı Spor Salonunu yollarını aşındırıyor ve tribünleri tıka basa dolduyorduk. Kıpkırmızı montumla soğuk kış günlerinde Atatürk Lisesi ya da Endüstri Meslek Lisesi maçlarında tribünün ortasına geçiyor, amigoluk yapıyor ve karşı tribünden koro halinde gelen küfürlere aldırmadan coşkuyla ve BAL aşkıyla ısınıyordum. Maçtan çıktıktan sonra da tanınmayayım diye montu çıkartıp titreye titreye diğer Baldaşların arasına karışarak kaçıyordum. Bir de o dönemlerde sayıları parmakla sayılacak kadar az olan özel okullara karşı olan maçlarda bağırıyordum çılgınca; "Pis Pis Pis kolej, siz paralı biz beleş" diyerek. Evet sahada sayı atamıyordum ama tribünden destek verebiliyordum.

Zamanla tribün aşkı spor aşkına mı dönüştü yoksa bizim ki ders ekmenin (hem de idari izinli olarak) yollarını bulmak mıydı bilmiyorum ama okulun atletizm takımı da unutulmazlar arasında yer aldı benim için. Evet itiraf ediyorum; o 1995'te katıldığım 5000 metre maratonda son 3000 metreyi koşmamış kenardan sıvışmıştım ama belki de o yüzden yıllar sonra İstanbul maratonunda çocuklarımızın geleceği için bağış toplayarak ve BALEV adına koşarak ödemeye çalışmışımdır eksik kalan metrelerimi.

Ve o gün geldi çattı. Hiç bitmesin dediğimiz güzel günlerin sonuna geldik. Mezun oluyorduk. Okulun kapısından öğrenci olarak son kez çıkıyorduk. Ama mezun olmanın ve üniversiteli olmanın mutluluğunu yaşayamıyorduk nedense. Gittiğimiz her yerde BAL'da yaşadığımız dostlukları aradık. Gittiğimiz her kampüste koruluğumuzun güzelliğini aradık ama bulamadık. Sonra da kopamayacağımızı ve kopmamamız gerektiğini anladık hep beraber. BAL bir aşktı bizler için. Her sene ayran günü gelsin de dostlarımızı görelim diye can attık. Sırf bu yüzden de üniversitede arkadaş edinemedik, edinsek de sonrasına taşımadık dostluklarımızı. Çünkü bizim lise arkadaşlarımız zaten kalbimizde başkasına yer bırakmayacak kadar fazla alan işgal etmişti. Sığdıramazdık ki oraya bir başkasını. Üniversiteden mezun olduk işe girdik, kutlamalarımızı da Baldaşlarla yaptık. Evlendik birbirimize nikah şahidi olduk. Üzüldük dertleşmek için yine birbirimizi bulduk. Bir de baktık ki sosyal medya diye bir şey çıkmış ve bizler profilimize mesleğimizi ve üniversiteyi yazmadan Bornova Anadolu Lisesi mezunu olduğumuzu yazıyoruz gururla.

Aradan yıllar geçti. Bu satırları yazan ben birden kendimi başka bir serüvenin içinde buldum ve yazmaya başladım. Kitaplarım yayınlandı. Bir de baktım ki ayaklarım beni kitaplarımla beraber BALEV'e götürüyor. İlk yaptığımız BALLI yazarlar standında ayran günlerinde imza günü yapmak oldu. Tüm kitap fuarlarına bedeldi benim için. En büyük etkinlikten daha anlamlıydı. Çünkü evimdeydim. Çünkü çevremde bir çoğunu ilk defa gördüğüm aile fertlerim dolaşıyordu onlarca dönemin mezunları olarak. İşte o zaman anladım ki hala kopamamıştık okulumuzdan ve kopamayacaktık. BAL'dan diploma alınır ama mezun olunmazmış. BALLI olmak ömür boyu devam edermiş.

Biz hiç mezun olmamıştık ve hiç bir zaman da olmayacaktık.