Blog

BAL’da Sanat ve Bir Dere Su

  • 04 Şubat 2022
BAL’da Sanat ve Bir Dere Su

Bihrat Mavitan '66

1959 senesinde Annem elimden tutup, giriş sınavını 13. olarak kazandığım İzmir Koleji'ne (İK) 379 sıra nolu öğrenci olarak beni teslim etti. Hayatımın en güzel hatırladığım yıllarımın geçtiği okula ayak basmıştım. Yatılı okul ne demekti bilmiyordum. Evden ayrılmayı da bilmiyordum. Bir koğuş adamla uyumayı da bilmiyordum. Benden iki yaş büyük Dr. Dayımla aynı odayı paylaştığım için ve bütün gece kaynatıp mırıl mırıl mavra yaptığımız için “sessiz olun ve uyuyun!” komutunu da yabancılamıştım, ama komşu yatak Ömer MANOĞLU’369 ile kaynatıyordum.

Çabuk alışmıştım. İlk haftalarımın nasıl geçtiğini, hazırlık sınıfının nasıl bittiğini, hem de çabuk bittiği görmüş yaz tatili çabuk bitsin okula döneyim demeye başlamıştım. Okul ağzıma bir kaşık balı çalmıştı.

Hocalarımıza alışmış, arkadaşlıklar kurmuştuk. O günlerden üç hocamı ömür boyu andım. Üç isimden biri Aydoğan HAKMAN, biri Reşat EROĞLU (Kuru), üçüncü de Hulusi ÜNLÜÖNEN(Fanti) idi.

Aydoğan hoca prep’te İngilizce hocamızdı giyiminden tavırlarına kadar kopya çektiğimiz (en azından ben) onun gibi olmak için çırpındığımız bir hoca idi. Reşat Bey’den aslında korkardık. Baş muavin idi. “Raleigh” bisikletiyle gece kaçanları fena enselerdi. Dünyanın en sessiz bisikletiydi o. Bornova’ya kaçıp gece dönüş yolunda bir ruh gibi (tekerlekli bir ruh gibi) yanımızda bitiverirdi ve bizleri isim ve numaralarımızla çağırır, ertesi günü disiplin kuruluna gelmemizi söylerdi ve kaybolurdu (hep de gitmiştik). Bahar olurdu. Fellini’nin Satyncon filminde o sahneyi görmüştüm seneler sonra…

Ve tabii Hulusi Hoca, Sanat Tarihi ve Resim – İş Hocamız. O ders gelsin diye sabırsızlanır kıpır kıpır dolanırdım. 36 kişiydik kötü resim yapan yoktu ana Noyan TURUNÇ’381, Murat VARDARLI’384, Ersun ÖZAR’392 ve ben favori idik. Resim dersinden sınıfta kalınan tek okul diye eğlenirdik. Ve ben gizli gizli sınıfta kalmayacağıma sevinirdim. Hulusi Hocayı sevmem için de çok nedenim vardı. Babam Ressamdı. Hocam Ressamdı ve ben Ressam olmak istiyordum. Oldum.

İlk, okul sergisinde çalımımı unutamam. İlk defa işlerim paspartulanmış ve hatta çerçevelenip duvara asılmıştı. Daha sonra yüzü aşkın sergi açtım o ilkinin tadı hep yanımsıra geldi.

Hulusi Hocanın yaptığı hiçbir işi (Resim) görememiştim ama çok iyi bir öğretmendi. Bizleri okul yanındaki manda çayına götürür fırçalarımızı derede yıkayıp resmimizi (Peyzaj) yapmamızı isterdi. Öyle günlerde bütün sınıfın resmi pırıl pırıl ve saydam olur. Daha doğrusu Acquarel olurdu. Yaptığımıza sevinirdik sonra sınıfta yapılan suluboya resim bir bardak su ile sınırlı olduğu için resmimiz çamurlaşır, esmerleşir ve hatta kirlenirdi. (O güzelim çek malı Monopol boyalarımıza rağmen) hala gözlerim o boyaları arar alışveriş ederken.

Seneler sonra Güzel Sanatlar Akademisini bitirip orada asistan olup “suluboya” anlatırken Arkadaşlar, iyi bir suluboya resim yapmak için BİR DERE SU GEREKİR! Dediğimde bu anımı nakletmiş ve Hulusi Hocayı onlara tanıtmıştım.

Bir anımı daha iletmek istiyorum. Sigaraya erken başlamıştık. Tuvaletlere doluşup üç-dört kişi sigara içerdik. Paketlerimizi iyi saklamak gerekirdi. Ani aramalar olurdu.

Ben Hulusi Hocamın içtiği sigaradan içmeye (Bafra) özenirdim. Çok iyi bir yer bulmuştum. Sigaramı zulalamak için. Ön bahçedeki Atatürk Büstünün içinin boş olduğunu keşfetmiş ve elimi sokup çene iç boşluğuna bırakırdım paketimi “Uyanık Kuş Namluya Konarmış Mantığıyla”

Tabii her teneffüs Büste gidip oradan sigara almaya uğraştığım bir gün Hulusi Hoca aniden belirdi. Ve "Sen herhalde Heykeltıraş olacaksın, seni izliyorum her teneffüste gelip büstü okşuyorsun içini dışını yokluyorsun, Aferin! Senin için bir heykel atölyesi kuracağız! " demişti. Çok utanmıştım.

Heykeltıraş oldum. Hulusi Bey’in dedikleri gene çıkmıştı.

Sevgili Hocam! Bir dere suyun olsun ve renkler içinde yat…
Hala öğrencin…

Heykeltıraş – Ressam Bihrat Mavitan’379 (’66)